Bir Çocuğun Gözünden Toplumsal Konulara Değinerek Size Tarifsiz Duygular Yaşatacak 28 Çarpıcı Film

John Boyne’un dünya çapında hoş tenkitler alan tıpkı isimli romanından uyarlanan sinema, tarihin acıyla dolu anısını küçük bir çocuğun gözünden hatırlatarak, masumiyet ve insanlık dehşetini şık bir lisanla beyazperdeye yansıtıyor.

2. Dünya Savaşı’nın kara günlerinde, arkadaş olmaya çalışan iki çocuğun kıssası. 8 yaşındaki Bruno ailesiyle Berlin'den ayrılır ve Polonya'da yaşamaya başlar. Babasının işi için taşındıkları bu yerde bir de arkadaş edinir. Arkadaşı tellerin gerisinde kalan bir Yahudi'dir.

1962 imali bir siyah-beyaz klasik sinema… Üstelik bu sinema ile başlı başına bir sinema ekolü olan Andrei Tarkovski, artık ününü ülke sonlarına hakikat taşırmaya başlayacaktır. Şunu da belirtmekte yarar var ki İvan'ın Çocukluğu Venedik Sinema Festivali'nden Altın Aslan ile dönmüştür.

Film, İkinci Dünya Harbi devrinde, köyü faşist Naziler tarafından yerle bir edilen 12 yaşındaki İvan'ın esir kampından kaçmayı başarması üstüne gelişen olayları mercek altına alıyor… Sovyet ordusundan Yüzbaşı Kholin ve başka subaylar bu ateşli çocuğa sahip çıkarlar. Olağan bir çocuk üzere okula gönderilmek istenen İvan’ın niyeti ise askercilik oynamaktır. Küçücük uzunluğuyla düşman sınırlarından cephe gerisine sızmaya ve casusluk yapmaya başlar.

1965 yılında Indianapolis’te yaşanmış gerçek bir kıssayı anlatan sinemanın konusu şöyle:

Slyvia’nın annesi ve babası gezici bir sirkte çalıştıkları için iki kızları Slyvia ve Jennie’yi kendilerine olumlu bir imaj çizen Gertrude isimli bir bayana bırakırlar. Bayanın kendisinin de bir sürü çocuğu vardır ve birebir ihtimamla bakacağından emin gibilerdir. Esasen maddi durumu yeterli olmadığı için Gertrude da adamla bayanın isteğini kabul eder.

Ev işlerinin yükü, fazladan iki çocuğun üzerinde yarattığı yük Gertrude’un yavaş yavaş akıl sıhhatini yitirmesine ve büyük kız Slyvia’ya azap etmeye başlamasına neden olur. Olay yalnızca bununla da kalmayacak, kendi çocukları hatta mahalledeki öbür çocuklar bile bu rezaletin bir modülü olacaklardır.

13 yaşındaki Renato Amoroso’nun ergenliğe geçiş sürecinde kasabaya yeni gelen hoş bayan Malena’ya olan tutkusu anlatılıyor sinemada. O periyotta İtalya'nın kasabaları faşizmle çalkalanıyor. Kocası savaşa gönderilen Malena, kasabaya geldiğinden beri ikiyüzlü insanların hem ilgisini hem de yansısını çeker. Renato’nun gözünden o devrin içine sürükleneceğiniz süper bir sinema.

Hitler'in arkadaşınız olduğunu düşünebiliyor musunuz? Özgün senaryosu ile dikkat çeken sineması kesinlikle izlemelisiniz.

Tavşan Jojo, annesinin konutlarında bir kızı sakladığını öğrenen bir gencin öyküsünü husus ediyor. Hitler'in gençlik kamplarında yer alan Jojo Betzler ismindeki bir çocuk, annesinin konutlarında Yahudi bir kızı gizlice konuk ettiğini öğrenir. Kız, meskenlerinin çatı katında kalıyordur. Olağan bu durum en yakın sırdaşı hayali arkadaşı Adolf Hitler olan Jojo'nun başında büyük bir karmaşaya yol açacaktır. Hayali arkadaşı olan Hitler, hiç de orijinalindeki üzere değildir. Jojo'nun bu fecî ırkçılığa karşı gelmek için uğraş etmesi gerekmektedir.

Türk sinemasının en bedelli isimlerinden Yılmaz Güney'in yazıp yönettiği film 1983 yılında Cannes Sinema Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilmiştir.

Konusunu gerçek yaşanmışlıklardan alan Duvar, 1970’li yılların sonunda Ankara Kapalı Cezaevi’nde başlayan bir isyanı husus alır. Hapishanenin tüm ağır ve kirli işlerini yapan, en makus hücrelerinde kalan çocuklar koğuşundan çıkar isyan… Dördüncü koğuşun çocukları terk edilmiştir, hırsızdırlar, katildirler… Lakin asıl en başta kadersizdirler… Bu bahtsızlar hücresinde, diriliğini yitirmeyen tek şey umut kırıntılarıdır. Bir gün daha düzgün bir hapishanenin parmaklıkları gerisine kaçabilmektir.

Roberto Rossellini imzalı sinema vizyona girdiği periyotta büyük bir sansasyon yaratmıştı. 

Edmund, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra harabe olan Almanya’da yaşayan küçük bir çocuktur. Babası yatalak olduğu için, kardeşleriyle bir arada konuta ekmek getirme vazifesi ona kalmıştır. Türlü türlü hileler ve hırsızlıklarla ailesinin karnını doyurmaya çalışan küçük Edmoud, günün birinde bir öğretmeni tarafından keşfedilir. Fakat öğretmenin onun beynini yıkayıp, ondan her manada faydalanmaktan öteki bir maksadı yoktur.

Paloma Paris’te dış dünyanın süratli temposundan uzak bir etrafta yaşayan çok zeki ve depredif bir çocuktur. 12.yaş gününde intihar etmeye karar veren Paloma, mevtle randevusunun yaklaşmasına yakın ketum ve yalnız apartman vazifelisi Renée Michel ve gizemli olduğu kadar elegan Mösyö Kakuro Ozu üzere değişik karakterlerle tanışır. Böylelikle Paloma karamsar hayatını gözden geçirme talihi bulacaktır.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmıştı fakat yeniden de ekonomimiz olumsuz etkilenmişti. İşte o yıllarda küçük bir çocuğun gözünden 40’lı yılların Türkiye’sini anlatan Piano Piano Bacaksız sinemasını, Tunç Başaran yönetti. Sinema Oscar’a aday gösterildi, IMDb’den de 7,8 puan aldı.

1940'lı yıllarda İstanbul’da bulunan eski bir konakta yaşayan yaşlanmış Kemal, artık unutulmaya yüz tutmuş anılarını anlatıyor.
Piano Piano Bacaksız, her bir odasını apayrı insanlara kiraya verilen bir konakta, savaşın da getirdiği zorluklara karşın hayata tutunma eforu veren bir küme beşere dair etkileyici bir öykü.

En Uygun Yabancı Sinema kısmında Altın Küre’nin sahibi olan sinema birçok kişiyi derinden etkileyecek.

Ludovic, cinsel kimlik buhranındaki bir çocuktur. Her ne kadar bir erkek vücudunda dünyaya gelmiş olsa da bir gün bir kıza dönüşmenin hayallerini kurmaktadır. Bu durumu evvelce fazla ciddiye almayan ailesi, Ludovic’in okuldan arkadaşlı olan Jerome ile evlenme planları yapması üzerine telaşa düşer. Ortalarından su sızmayan iki çocuk evlenmiş rolü yapmaya başladıklarında ise bu tedirginlik tüm etrafa yayılır.

1970 sonbaharında Anna dokuz yaşındadır. Gazeteci annesi Marie, güçlü bir İspanyol aileden gelen avukat babası Fernando, kardeşi François ve her şeyini kaybetmesinden Castro’yu sorumlu tutan Kübalı dadısı ile Paris’te yaşar. Rahat ve huzurlu ömürlerine düşen tek gölge, İspanya’da faşist Franco idaresine karşı çaba veren eniştedir. Komünist olması nedeniyle, meskende eniştenin ismi dahi anılmamaktadır.

Ailenin burjuva ömrü, eniştenin öldürülmesi ve bu olayın akabinde, eşi ve çocuğunun İspanya’dan kaçarak yanlarına sığınmasıyla altüst olur. O güne dek İspanya’daki duruma reaksiyonsuz kalan Anna’nın babası, derin bir suçluluk hissine kapılır. Eşiyle birlikte Şili’ye ideolojik bir seyahat yapar ve dönüşte geniş ve bahçeli meskenlerini bırakıp küçük bir apartman dairesine taşınırlar. Ateşli siyasi aktivistlere dönüşen anne-babasının yeni dünyası, Anna için farklı manalar taşır: Mesken değiştirmek, düzensizlik, dadısını kaybetmek ve yeni yüzler…

Hayat Güzeldir'de, başkahramanımız hayat dolu Guido’nun hoşlar hoşu öğretmen Dora’ya vurulur ve tüm mahzurlara karşın evlenirler. Akabinde bir de çocuk sahibi olan çiftin hayatlarındaki tüm pürüzler ortadan kalktığında savaş patlak verir. Yahudi oldukları için toplama kampına götürüldüklerinde Guido, oğluna esir kampının ve savaşın bir oyun olarak söyleyecek; oğlu, oyunu muvaffakiyetle tamamlarsa ödül olarak çok istediği bir oyuncak tankı armağan edecektir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sivillerin üzerindeki yıkıcı tesirini beyaz perdeye en âlâ uyarlayan sinemalardan biri olan Hayat Hoştur, tüm aksiliklere karşın her daim bir umut ışığı olduğunu isminde olduğu üzere, içeriğinde de barındırıyor. Gösterime girdiği periyot büyük ses getiren sinema; En Uygun Yabancı Sinema, En Uygun Erkek Oyuncu ve En Güzel Müzik olmak üzere üç kolda Oscar mükafatı kazanmıştı.

Her izlediğimizde bizi içine alan Barış ve İnci'nin kıssası, hapishanede doğan ve dünyayı duvarlardan ibaret sanan bir çocuğu anlatıyor. İzlerken yanınıza mendil almayı unutmayın.

Annesinin mahpus cezası yüzünden hapishanede büyümek zorunda kalan Barış, bütün mahkumların sevinç kaynağıdır. Siyasi mahkumlardan biri olan İnci ile ortasındaki yakınlık öteki bütün mahkumlarla olandan çok daha farklıdır. Küçük Barış ile İnci ortasında gelişen bu sevgi dolu dostluk, hapishane duvarlarını bile delen koskoca bir dünya yaratmalarını sağlayacaktır.

Laure 10 yaşında şimdi cinsiyetinin farklılıklarını taşımayan bir kız çocuğudur. Kızların elbiseleri yerine erkek çocuklar üzere giyinen Laure yeni taşındıkları mahallede kendisini bir erkek ismiyle Mickaël olarak tanıtır. Kendi yaşlarında hoş bir 'kız çocuğuna' verilen bu yanıt Laure'nin yeni kimliği olur ve kimse onun gerçek bir kız olduğunu bilmezken Mickaël/Laure erkek çocuklar üzere futbol oynayarak, palavralarla yeni arkadaşlar edinir.
Çocukça usullerle saklamaya çalıştığı cinsel kimliği ve söylediği palavralar çok geçmeden su yüzüne çıkacaktır.

Dünya prömiyeri Şubat 2011'de Berlin Milletlerarası Sinema Festivali'nde yapılan ve Cannes'dan New York'a gezmedik şenlik bırakmayan, bilhassa LGBT şenliklerinden ödüllerle dönen üretimin senaristliğini ve direktörlüğünü Fransız sinemacı Céline Sciamma üstleniyor.

Auggie Pullman yaşıtı öbür çocuklardan biraz farklıdır. Zira yüzünde önemli bir deformasyon vardır. Auggie öteki çocuklarla sıradan bir okula giderek, sıradan bir çocuk olduğunu kanıtlamaya çalışır. Zira temel hoşluk derinin altında, içeride gizlidir… Direktörlüğünü Stephen Chbosky'nin üstlendiği sinema, R.J. Palacio'nun romanından Steve Conrad tarafından senaryolaştırıldı. Sinemada başrollerde Julia Roberts ve Owen Wilson yer alırken çocuk oyuncu olarak Jacob Tremblay var.

Ales Adamoviç'in “Kathyn'in Öyküsü” kitabından uyarlanan Gel ve Gör'de; İkinci Dünya Savaşı'nın en karanlık devirlerinden birinde, Alman işgali altındaki küçük bir Belarus kasabasındayız. Naziler tüm yahudi köyleri yerle bir edip yerli halkı zalimce katlederken 13 yaşındaki Florya sahip olduğu tek şeyi, annesini bırakıp Sovyet partizanların güçlerine katılır. Partizanlar Almanlar'a karşı savaşmaya gittiklerinde küçük Florya, Glascha isimli bir kızla arkadaş olur. Bu şirin dostluk esnasında Florya kendi köyünün adım adım yok oluşuna şahit olur. Savaş bir sefer daha acımasızlığını kanıtlayıp insan hayatının ne derece ucuz olduğunu su yüzüne çıkarırken, hatasız siviller bir defa daha hiç uğruna kaybeden tarafta olurlar.

11 yaşındaki Afgan kızı Parvana, Taliban kuralları altında yaşamaktadır. Parvana, babası haksız yere mahpusa atıldığında hayatı sonsuza kadar değişir. Ailede para kazanabilecek kimse olmadığı Parvana’nın çalışması gerekir. Ama bayanların erkekler olmadan meskenlerinden çıkmalarına müsaade verilmez. Parvana ailesine dayanak olmak için saçlarını kısacık kesip, bir erkek çocuk üzere giyinerek çalışmaya başlar. Özgür ve bir o kadar da tehlikeli bir dünya keşfeden Parvana, babasını bulup ailesini tekrar bir ortaya getirmenin yolunu arar.

Akiyuki Nosaka’nın yarı biyografik romanından uyarlanan sinema, savaş üzerine yapılmış sinemalar ortasında en dokunaklı ve en gerçekçi üsluba sahip olanlardan biridir.

Grave of the Fireflies, insanlık tarihinin en kara lekelerinden biri olan II. Dünya Savaşı'nın yıkıma uğrattığı hayatları iki küçük kardeş üzerinden anlatıyor. Annelerini savaşa kurban veren Seita ve Setsuka babalarının da savaşta olması nedeniyle yakın bir akrabalarına gönderilirler. Burada tutunamayan bu iki küçük çocuk meskenden kaçarak, kendilerini savaşın izlerinin an be an körüklendiği sokaklara atarlar. Fakat bu seyahat bildiğimiz tipten seyahatlerin bilakis, kan kokulu sokaklarda verilen bir hayat savaşına dönüşecektir.

İran sinemasının en âlâ direktörlerinden biri olan Majid Majidi imzalı sinema epey dokunaklı öyküsü ile izleyenleri derinde etkiliyor.

Film kör bir çocuk olan Mohammed'in etrafında gelişir. Yaz tatili geldiğinde Mohammed için Tahran'daki okulundan ayrılıp tatile çıkma vakti gelmiştir. Sabırsızlıkla babasını bekler, böylelikle birlikte meskenlerine dönebileceklerdir. Lakin babası Mohammed'in kör olması nedeniyle oğlundan utanmaktadır ve bu nedenle de okula beklendiğinden daha geç varır. Müdürden, oğlunu yaz boyunca bu okulda tutmalarını istese de başarılı olamaz ve oğlunu alıp meskene dönmek zorunda kalır.

1930'lu yıllarda fakir Avustralya yerlilerinin çocukları gizemli bir formda ortadan kaybolmaktadır. Kaçırılan bu temiz çocuklar vatanlarından uzakta bir yerlerde bir köle kampına götürülür ve oradan güçlü ailelere hizmetçi olarak satılır. Sorgusuz sualsiz yazgılarına boyun eğmek durumunda kalan çaresiz çocuklardan üçü bu zulme boyun eğmeme konusunda kararlıdırlar. El ele veren üç küçük kız kendilerinden beklenmeyecek bir yürek göstererek bu izbe kamptan kurtulmaya çalışacaklardır. Tavşanları uzaklaştırmak için set edilen bir çiti izleyerek ilerleyen üç kız özgürlüğe giden yolun meşakkatlerini deneyim ederler.
Phillip Noyce tarafından yönetilen yapıt konusunu gerçek bir kıssadan alıyor.

Andreu İspanya İç savaşı sonrasında Katalan bölgesindeki küçük bir kasabada hayatta kalmaya çalışan bir çocuktur. Ormanda bir baba-oğul cesediyle bulan Andreu, bunu görevlilere ihbar edince bir anda babasının cinayetle suçlanmasına neden olur. Babasının suçsuzluğunu kanıtlamak için gerçek katilini aramasına yardım eden Andreu bu süreçte büyüklerin palavralarla örülü dünyasına da adım atacaktır. Hayatta kalmak için öğrendiği bedelleri göz gerisi edip, kendi içindeki canavarla yüzleşmesi gerektiğini fark edecektir…
Film şenliklerden sayısız mükafatla döndü.

Jim Graham, ailesiyle birlikte Şanghay’da yeterli şartlarda bir hayat sürmektedir. Lakin İkinci Dünya Savaşı’nın bütün dünyayı saran ateşinden Şanghay da kurtulamaz ve Japonya tarafından işgal edilir.

İşgal sonucu değişen bütün hayatlar üzere, Jim ve ailesi için de herşey altüst olur. Anne ve babasından koparılarak Japonya’daki bir toplama kampına götürülen Jim; sahip olduğu harikulade hayal gücüyle yaşadığı vahim ortamı, bir maceranın modülü haline getirmeye çalışır fakat şartların sertliği, Jim’in hayal gücünün bile başa çıkamayacağı kadar serttir.

50. Milletlerarası Antalya Altın Portakal Sinema Festivali'nde özel bir gösterimle galası yapılan sinemanın senaryosu, gazeteci Evrim Kanpolat tarafından gerçek bir olaydan uyarlanarak yazıldı. 

Film, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde medeniyetlerin iç içe geçtiği, birden fazla kültürün bir ortada yaşadığı köylerden biri olan Akıncılar’da yaşayan Diyarbakırlı ve şimdi 13 yaşındaki üç genç kızın hüzünlü hikayesini anlatıyor ve ülkemizin hala kanayan yaralarından biri olan, “çocuk gelinler” gerçeğini beyazperdeye taşıyor. Çocuk gelinlerin uzaktan uzağa seyrettiğimiz dramını, akraba evliliğinden doğan engelli çocukların hayatını çocukların gözünden anlatan sinema tıpkı vakitte toplumsal sorumluluk projesi olarak hayat buluyor.

Film Şili’de geçiyor. Peder McEnroe özel bir okulda müdürdür. Hayata bakış açısı, eşitlik ve adalet üzerine heyetidir. İnsanların bu türlü bir sistemde yaşamalarına takviye olabilmek için elinden geleni yapan bir eğitimcidir. Birtakım öğrencilerin velilerinden takviye alarak, maddi durumu parlak olmayan çocukları da okuluna almaya çalışır. Pedro Machuca da bu açıdan şanslılardandır. Son derece yoksul bir çocuk olan Pedro bir gün maddi durumu çok uygun olan lakin biraz utangaç yapıya sahip Gonzola Infante ile tanışır. Bu iki farklı dünyanın çocukları ortasında kurulan bağ aracılığı ile dünyanın adalet hasretine odaklanacağız.

Liesel Meminger’in, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da şimdi dokuz yaşındayken bir ailenin manevi kızı olur. Çok sevdiği ailesi ve konutlarında kalan sığınmacı Max sayesinde okumayı öğrenen ve çok seven Liesel kitaplarla derin bir  bağ kurar. Max ve gözü pek Liesel için etraflarında dünyada yaşanan tüm kötülüklerden uzaklaşmanın tek yolu, kitapların ve sözlerin ikisine sunduğu hayal dünyasıdır. Ama bodrum katında saklanan Yahudi Max, daima diken üstündedir…

Prömiyerini Cannes Sinema Festivali'nde gerçekleştiren sinema, Toronto, Melbourne, Saraybosna, Zürih, Busan, Londra ve Stockholm üzere memleketler arası şenlikleri dolaştı. Cannes'dan 3 mükafatla dönen sinema Altın Palmiye mükafatı için de adaylık sahibiydi.

Kefernahum, Lübnanlı bir çocuk olan Zain'in öyküsünü anlatıyor. Sinema, Zain'in sıradan bir küçük çocuktan, kendisini istismar eden ailesine baş kaldırıp kaçan, zekası ve pratikliği ile sokaklardaki hayat savaşından galip çıkan ve kendisine yapılan haksızlığın karşısında dimdik duran, 12 yaşındaki genç bir delikanlıya dönüşümünü gözler önüne seriyor. Bu süreçte Zain hayat çabası veriyor, Etiyopyalı mülteci Rahil ve onun bebeği Yonas'a göz kulak oluyor, şiddet hatasından mahpusa giriyor ve en sonunda mahkemede adalet arıyor.

6 yaşındaki Moone ve takımı, yetişkinlerin güçlü dünyasından büsbütün uzak kendilerine ilişkin bir dünya yaratmışlardır. Okulların tatil olmasıyla birlikte bu afacan kümenin tek kederleri, istedikleri üzere koşup oynayabilmek, kimseyi umursamadan eğlenebilmek ve istedikleri vakit sınırsız dondurma yiyebilmektedir. Halbuki yetişkinler için durum çok farklıdır. Artık çocuk olma lüksleri kalmamış yetişkinler için Florida yazı; zorluk, acı ve gözyaşı demektir.

İspanya’nın küçük kasabasında yaşayan Isabella ve Ana iki genç kız kardeştir. Bir gün kasabalarına gelen gezici bir sinema gösteriminde Frankenstayn sinemasını izlerler. Sinemadan çok etkilenen Isabelle küçük kız kardeşine daha evvel canavar gördüğünü anlatır. Kardeşini terk edilmiş bir ahıra götürür ve canavarın orada yaşadığını söyler. Ana yaratık bulmayı saplantı haline getirir ve sistemli olarak ahırı ziyaret eder, her vakit boş olarak bulur. Ana bir gün ahırda kaçak bir mahkûm bulur ve bu adamın sinemadaki canavar olduğuna inanır. Başrollerini Ana Torrent ve Isabel Tellería’nın paylaştığı üretimin direktörlüğü ise Víctor Erice’e emanet.