2019 Yılında Bütün Ödülleri Tek Tek Toplayarak Sinemaseverlerin Beğenisini Kazanan En İyi 28 Film

Brezilya’nın Oscar adayı olarak ilan edilen bu duygusal melodram maço kültürün baskın olduğu 1950’lerde, Rio de Janeiro’da baskılar ve ön yargıyla çaba etmek zorunda kalan iki dirayetli bayanın kıssasını anlatıyor: Piyanist olmak isteyen Eurídice ve gerçek aşkı arayan kız kardeşi Guida. Madame Satã, Gümüş Uçurum, Futuro Beach, Tempelhof Havaalanı filmleriyle tanıdığımız Karim Aïnouz’un Cannes’da prömiyerini yapan son sineması, The Hollywood Reporter’a nazaran “renk, ses ve müziğe boğulmuş bir gündüz rüyası”. Marta Batalha’nın birebir isimli romanından uyarladığı senaryosunun yazımında Aïnouz annesinin yalnız bir ebeveyn olarak nasıl zorlandığına dair kendi anılarından da esinleniyor.

Anaerkil bir köy, bir cenaze ve köyün haritalardan silinmesine yol açan bir komplo… Yakın bir gelecekte, Brezilya kırsalında geçen gizemli ve gerilimli Bacurau türler ortasında geziniyor. Ülkelerindeki gelir eşitsizliğinden esinlenen direktörler Mendonça Filho ile Dornelles, dışarıdakilerin küçümsediği, “yabancılar”ın tehdidi altındaki küçük bir topluluğun öyküsünü westernle bilim kurguya öykünen, mistik ve tansiyonlu atmosferini kaybetmeyen özgün bir usulle aktarıyorlar.

Ders ve Kol Saati filmlerini İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz direktör ikili Kristina Grozeva ile Petar Valchanov, son sinemalarında kayıp ve aile bağları olgularına absürd bir anlayışla göz atıyorlar. Sinemanın daima birbirleriyle didişen iki kahramanı var: Vassil ve oğlu Pavel. Pavel’in annesi hayatını kaybeder, buna karşın öte dünyadan komşularını daima telefonla aradığı ortaya çıkar. Doğaüstü olaylara zaafı olan Vassil, çok meşhur bir medyumla randevu ayarlayınca ayakları yere basan Pavel’in, babasına bu seyahatte eşlik etmekten öbür bahtı kalmaz.

Yedi buçuk dakikalık animasyon, el imali hamur köftelerinden biri olan Bao'nun hayat bulmasıyla birlikte annelikte ikinci bir baht yakalayan Çinli Kanadalı bir bayanı temel alıyor. “Dumpling”, boş bir yuvanın hüznünden muzdarip bayanın, minik köftenin hayat bulmasıyla birlikte sevgiyi yine keşfetme masalı..

Bir Yıldız Doğuyor, yetenekli fakat bilinmeyen Ally'yi keşfedince düşüşün eşiğine gelen bir country müzik yıldızı olan Jackson Maine'i husus alıyor. Jackson Maine, mesleğinde düşüş gösteren bir müzisyendir. Şimdi keşfedilmemiş genç bir yetenek olan Ally ile tanışır ve ikili birbirlerinden çabucak etkilenir. İkili tutkulu bir aşk yaşamaya başlar ve Ally'nin yeteneğinin fark edilmesi için çalışan Jackson onu sahnenin büyülü dünyası ile tanıştırır. Jack Ally'yi şöhrete kavuşturduktan kısa müddet sonra ise Ally artık ünlü bir müzisyen olmuştur. Jack, Ally'nin mesleğinin süratle kendisininkini gölgede bıraktığını fark eder. Kaybolan ihtişamını geri kazanmaya çalışan Jack bu süreçte içsel şeytanlarıyla da yüzleşmek zorunda kalacaktır. İkilinin mesleklerindeki ayrım büyüdükçe, bağlantıları de hasar almaya başlar…

Babasının vefatından sonra Wakanda Hükümdarı olan T'Challa, hakkı olan tahta sahip çıkmak için izole yaşayan lakin teknolojik açıdan ileri düzeyde olan halkına geri döner. Ancak güçlü bir eski düşman yine ortaya çıktığında, T'Challa'nın yeterliliği, Wakanda'nın ve tüm dünyanın bahtını tehlikeye atan dehşetli bir çatışmaya girince test edilir. İhanet ve tehlike ile karşı karşıya kalan genç kral, düşmanlarını yenmek, halkının güvenliğini ve ömür biçimini korumak için müttefiklerini toplamalı ve gücünü hür bırakmalıdır…

Bohemian Rhapsody, Queen kümesine, müziklerine, klişelere meydan okuyan ve kuralları yıkarak dünyanın en sevilen sanatkarlarından biri haline gelen ikonik solistlerine bir hürmet duruşu niteliği taşıyor. Sinema, simgeleşmiş müzikleri ve devrimci sesiyle kümenin meteorik yükselişine, Mercury'nin hayat şeklinin denetimden çıkması ile çıkan iç çatışmaya ve ömrünü tehdit eden hastalığına karşın Mercury'nin rock müzik tarihinin en büyük performanslarından birinde kümeye liderlik ettiği Live Aid konserinin arifesinde muzaffer birleşme sürecine yayılıyor. Bu süreçte de, her vakit bir aile üzere olan ve günümüzde dışlanmışlara, hayalperestlere ve müzikseverlere ilham vermeye devam eden bir kümenin mirasını süslüyor.

Abdullah ile Çolak Ziya, Konya’nın Bozkır ilçesinde yaşayan iki arkadaştır. Geçimlerini silah satarak kazanan Abdullah ve Çolak Ziya, her ne kadar birbirlerinden farklı karakterlere sahip olsalar da, yıllardır birlikte hayat uğraşı vermişlerdir. Abdullah, sözlüsü Emine ile evlenmek için çabalarken, Çolak Ziya ise günü kurtarmaya çalışarak yaşar. Hayatta her şeyden evvel mertlik, namus ve onura değer veren Abdullah ve Çolak Ziya, bir gün asker arkadaşları Testici Bekir’in meskenine ziyarete gittiklerinde, kendilerini kestirim edemeyecekleri bir durumun içerisinde bulurlar. Testici Bekir konutta yoktur ve onlarla arkadaşlarının eşi Süheyla ilgilenmektedir. Bu durumu fırsat bilen Çolak Ziya, genç bayanı yalnız bulduğu bir esnada, ona tacizde bulunur. Abdullah’ın gelmesi ile kaçmaya başlayan Çolak Ziya, Bozkır’ın ıssız zirvesine geldiğinde, Abdullah’ın tek kurşunu ile ölür. Büyük bir pişmanlık ve öfke içerisinde olan Abdullah, adalete teslim olmaya karar verir. Lakin hapishanede yaşadığı zorluklar, Abdullah’ın hayatını alt üst eder. Abdullah, sözlüsü Emine’ye kavuşma umuduyla, hatasını inkar etmeye karar verir. Bozkır kabadayısı olan Erol Kara’nın da kabahati üstlenmesi ile hür kalan Abdullah için, asıl hesaplaşma artık başlayacaktır.

Hem İspanya’nın en özgün sinemacısı Almodóvar’ın hem de fetiş oyuncusu Banderas’ın süper dönüşünü müjdeleyen Acı ve Zafer, Cannes’da eleştirmenlerin yıldız tablosunda en doruğa yerleşti ve izleyicilerin de fevkalâde övgüsüyle karşılandı. Oyuncularının hayranlık uyandıran performanslarının yanı sıra, canlı renklerin öne çıktığı imaj idaresi, aile bağlarının manasıyla aşkın derinliğini işleyen sıcacık kıssasıyla de gönüllerin Altın Palmiye’sini kazandı. Pedro Almodóvar’ın kendi hayatından esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği Acı ve Zafer, yaşlandıkça eski şaşaalı günlerinin hasretini daha sık çeken dünyaca ünlü bir direktörün 1960’lardan günümüze ömür hikayesini çok duygusal ve çok ferdî bir bakış açısıyla anlatıyor. Elbette, Acı ve Zafer’i özel yapan durumlardan biri de Banderas’ın direktör rolünü üstlenerek yıllardır birlikte çalıştığı Almodóvar’ı canlandırması.

Bu yıl Toronto Memleketler arası Sinema Festivali’nden de mükafatla dönen ‘’Free Solo’’ dünyanın en meşhur kayalarından, yaklaşık 915 metre uzunluğundaki ‘’El Capitan’’ kayasına tırmanış ipi olmadan ve yalnız başına tırmanan Alex Honold’un heyecan verici öyküsüne odaklanıyor.

2017’de La Villa / Deniz Kıyısındaki Ev ile izlediğimiz Robert Guédiguian, yeniden değişmez oyuncuları eşi Ariane Ascaride ile Gérard Meylan ve Jean-Pierre Darroussin’i oyuncu takımına katarak bir aile dramına imza atıyor. Sinema, Marsilya’da, yeni doğan bebekleri Gloria’nın getirdiği sevinçle bir ortaya gelen bir aileyi izliyor. Geçim ıstırabıyla ayakta durmaya çalışan çekirdek aile, bebeğin mahpustan şimdi çıkan ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan büyükbabasının gelişiyle beklenmedik olaylarla karşılaşıyor.

Vinterbrødre / Kış Kardeşleri filmiyle İstanbul Film Festivali’ne katılan Hlynur Pálmason’un dünya prömiyerini Cannes’da yapan son sineması, yeniden çarpıcı bir aile dramı anlatıyor. İzlanda’da ücra bir kasabanın polis komiseri, kasaba ahalisinden bir adamı iki yıl evvel eşiyle münasebet kurmakla kabahatler. Saplantısı derinleşirken adamın gerçeklikle ilişkisi kopar ve hem sevdiklerine hem kendine ziyan vermeye başlar. Istırap, yas, meczupluk ve şartsız sevgiye dair bu güçlü ve sert sinema, bilhassa çarpıcı kar görünümleri ve oyuncularının performanslarıyla dikkat çekiyor.

İtalya’nın en saygın sinemacılarından, 2010’da İstanbul Film Festivali’nin Ömür Uzunluğu Muvaffakiyet Ödülü’nü alan Marco Bellocchio, Cannes’da Altın Palmiye için yarışan son sinemasında Sicilya’nın en berbat şöhretli mafya babalarından birinin gerçek hayat öyküsünü sinemaya aktarıyor. “İki dünyanın babası” olarak anılan Tommaso Buscetta 1980’lerin başında Sicilya mafyalarının kanlı hesaplaşmaları sırasında İtalya’dan Brezilya’ya kaçar. Yakalanıp hudut dışı edileceği belirli olduğunda Tommaso mafya tarihini kökünden değiştirecek bir karar alır: Sessizlik yeminini bozup mafyanın birinci itirafçısı olmayı göze alacaktır.

Karanlıkla Karşı Karşıya, kenti ele geçirmeyi planlayan bir örgütü durdurmaya çalışan bir dedektifin kıssasını anlatıyor. Ron Stallworth, Colorado'da yaşayan Afro-Amerikan bir polis memurudur. Ortağı Flip Zimmerman ile birlikte çalışmaktadır. İkili Ku Klux Klan'ı durdurmak için çaba vermektedir. Ron, örgütün kenti ele geçirme teşebbüslerini engellemek için gizlice örgütün içine sızmaya çalışır. Kümeyle bağlantıya geçen ve çok ırkçı biri üzere davranan Ron sonunda emeline ulaşır. Kümenin toplantılarına katılmaya başlayan Ron, Klan’ın büyük kurucusu ile yakın münasebet kurar. Genç adam Ku Klux Klan'ına muvaffakiyetle sızmakla kalmayıp, lokal kısmın de başına geçer. Bu sırada Stallworth’un kimliğine geçen ortağı Zimmerman, ölümcül bir komployla ilgili bilgilere ulaşır. Pekala Afro-Amerikan bir polis memuru, beyaz üstünlüğünü savunan bir örgütün içinde kimliğini bilinmeyen tutmayı nasıl başaracaktır?

Sinemada toplumsal gerçekçiliğin öncülerinden Dardenne Kardeşler, Cannes Sinema Festivali’nde kendilerine En Güzel Direktör Ödülü’nü kazandıran son sinemalarında Avrupa toplumuna bu kez Belçika’da Müslüman bir ergen üzerinden bakıyor. Şimdi 13 yaşındaki Ahmed, ailesinin ve etrafının telkinlerini yok sayıyor ve birkaç ayda benimsediği radikal görüş ve davranışlarından vazgeçmiyor. Dardenne Kardeşler, daha evvel iki kez Altın Palmiye’yi kazanmışlardı.

Günümüzün en radikal sinemacılarından, usulünden hiç ödün vermeyen Albert Serra 18. yüzyıl Fransa’sına ve ihtilal öncesi periyodun toplumsal aksiliklerine hayranlığını yeni sinemasında de alışılmadık bir yolla ele alıyor. Özgürlük, Fransa Hükümdarı 16. Louis’nin katı ahlakçı hükümranlığından kaçan Madame de Dumeval, Tesis Dükü ve Wand Dükü’nü izliyor. Ahlaki kural ve baskıların tümünü reddederek Almanya ormanlarına, hür niyetin savunucusu meşhur çapkın Walchen Dükü’ne sığınan asilzadeler, hazzın ve tensel isteklerin peşine düşüyor…

Genetiğiyle oynanmış kırmızı bir çiçek antidepresan salgılayarak insanları memnun ederken tuhaf yan tesiri göz önüne alınmaz. Üstelik insanı değiştiren bu tesirlerin bütün dünyaya yayılma ihtimali vardır. Kimsenin mahzur olamadığı bu deney/bitkinin ismi da “Küçük Joe”dur. Amour Fou ve Lourdes’dan hatırlayacağınız Jessica Hausner’in Emily Beecham’a ödül getiren yeni sineması, bilimkurgu-dram-gerilim cinsleri ortasında geziniyor, harikulade renk paleti ve sanat dizaynıyla öne çıkıyor. Küçük Joe bir yandan Frankenstein’dan esinlenerek genetik mühendislik ve kuşkuyla karşılanan bilimsel gelişmeleri sorgularken bir yandan da tüm insanların derinlerde birtakım sırlar sakladığını farz ediyor.

“Masal dünyasında geçen bir kâbus”, “Kolombiya usulü Sineklerin Tanrısı” denilen Monos’u, Guillermo del Toro da “güçlü, yeni bir direktörden büyüleyici bir film” kelamlarıyla övüyor. Geçit vermeyen cangılın tehditkâr gölgeleri ortasında, savaşçı lakapları takınmış sekiz çocuk asker, yaz kampını andıran bir yerde Amerikalı bir bayanı rehin tutmaktadır. Sürpriz bir baskına uğrayınca çocukların görece huzurlu günleri sona erer ve birbirlerine duydukları itimatla bağlılıkları sarsılan küme, üslerinden ayrılarak cangılın derinliklerine sığınmak zorunda kalır. Kolombiya’nın Oscar adayı Monos, merkezine ideolojiden çok hormonlarının tesiri altındaki ergen kahramanları yerleştiren, her istikametiyle alışılmadık, fantastik bir savaş ve hayatta kalma öyküsü anlatıyor.

Örümcek-Adam: Örümcek Cihanında, dünyayı kurtarmaya çalışan Brooklyn’li genç Miles Morales’in kıssasını bahis ediyor. Polis memuru bir baba ve kendisini işine adamış bir annenin çocuğu olan Miles, yeni okuluna ahenk sağlamakta zorlanır. Anne ve babası, yalnızca yetenekli öğrencilerin bulunduğu bir özel okula giden oğullarının muvaffakiyetini görmeyi arzulamaktadır. Lakin Miles’ın okulla pek ilgisi yoktur. O daha çok arkadaşları ve kendisini grafiti konusunda cesaretlendiren amcası Aaron ile vakit geçirmek ister. Miles, hayatındaki ufak meselelerle boğuşurken radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmasıyla apayrı bir dünyaya adım atar. O artık özel yeteneklere sahip olan bir harika kahramandır. Zehir atma, kamuflaj, objelere yapışabilme, çok gelişmiş duyma pek çok güç kazana Miles, gerçek bir muhteşem kahraman olabilmek için Peter Parker, Spider-Gwen, Spider-Man Noir, Spider-Ham’dan yardım alır. Harika kahraman olmanın sorumluluklarını öğrenen Miles artık maskesini takıp berbatlığa karşı savaşmak için harekete geçmelidir.

The Host ile memleketler arası alanda tanınan, Snowpiercer ve Okja ile mesleğini sağlamlaştıran Bong Joon-ho, Parazit ile Cannes’da Altın Palmiye kazanarak yılın en uygun sinemalarından birine imza atmış oldu. Güney Kore’de tüm gişe rekorlarını kırarak 10 milyon izleyiciye ulaşan ve ülkesinin Oscar adayı olan Parazit’in merkezinde birbirinden derin farklarla ayrılan Park ve Kim aileleri var. Neredeyse sefalet içinde yaşayan Kim ailesinin fertleri gerçek kimliklerini bir biçimde saklayarak birer birer, zenginlikleri hudut tanımayan Park ailesinin hizmetine giriyor. Bu tuhaf birliktelik sürerken sınıf atlama gayreti ve servet kibrinin yol açtığı trajikomik olaylar gerisi arkasına gerçekleşiyor. Parazit, güçlü sinema dili ve sürprizlerle dolu, sağlam senaryosuyla öne çıkıyor.

On yedi yaşındaki Ayanna, üniversite için Harlem’den ayrılmadan evvelki yaz, kendinden yaşça büyük, gizemli ve güzel Isaiah ile tanışır. İlk aşk, Ayanna’nın bildiği ve tanıdığı dünyasını kısa müddette alt-üst edecektir. “Siyah Sinema”nın saygın ismi Spike Lee’nin manevi takviyesiyle yola çıkan Rashaad Ernesto Green, trans birey öyküsü anlattığı birinci filmi Gun Hill Road’un akabinde çektiği bu duygusal dramda arkadaşlık, aile, aşk gibi üniversal olguları değişen dünyada tek başına ayakta kalabilme eksenine ustalıkla yerleştiriyor. Green’in kendi mahallesi Bronx’tan insan görünümleri sunduğu sinema, Sundance’te dünya prömiyerini yaptı. Sinemanın birden fazla yükünü olağanüstü bir performansla omuzlayan Ayanna rolündeki Zora Howard, birebir vakitte sinemanın senaryo müelliflerinden.

Cannes’da çok beğenilen ve çokça konuşulan, eleştirmenlerce “A sınıfı bir başyapıt… Bu yıl prömiyerini yapan en kusursuz yapıt.” kelamlarıyla övülen sinema 18. yüzyılda, bir ressamın modeliyle aşkını anlatıyor. Ressam Marianne’a, manastırdan şimdi çıkan ve evlenmek üzere olan genç Héloïse’in portresi sipariş edilir. Fakat Marianne, bu portreyi Héloïse’dan habersiz çizmelidir. Bu kısıtlamanın önüne geçmek için Marianne, gönülsüz gelin adayı Héloïse’ı evvel müşahedeler sonra da onunla yakınlaşır. Yüzyıllar uzunluğu gözardı edilen ve yapıtları unutulan bayan ressamlardan esinlenen direktör Céline Sciamma’yı yönettiği Tomboy ve senaryosunu yazdığı Kabakçığın Hayatı ile tanıyoruz.

Cleo, Meksiko’nun orta sınıf ailelerinin yaşadığı bir Roma mahallesinde bulunan bir meskende hizmetçi olarak çalışan genç bir bayandır. Bir yandan mesken işleri ile uğraşan Cleo, bir yandan da konuttaki dört çocukla ilgilenir. O tüm vaktini hizmetlisi olduğu meskende geçirse de kendisine ilişkin apayrı bir dünyası vardır. Genç bayan, gönlünü Fermin ismindeki bir adama kaptırmıştır. Ancak bu bağlantı pek de Cleo’nun düşlediği üzere sonuçlanmaz. Bu sırada konutun dört çocuk annesi olan hanımı Sofia, kocasının yokluğu ile başa çıkmaya çalışır. Birbirinden farklı hayatlara sahip olsalar da misal travmalar yaşayan Cleo ve Sofia, siyasi düzensizliğin karar sürdüğü bir ortamda birbirlerinin en büyük destekçisi olur.

Sarayın Gözdesi, Kraliçe Anne'in sağ kolu olan Lady Sarah ile saraya yeni gelen hizmetçi Abigail ortasında yaşanan çabayı bahis ediyor. 18. yüzyılın başlarında İngiltere, Fransızlarla savaş halindedir. Bu durumda bile, ördek yarışları ve ananas ziyafetleri yükselişe geçmektedir. Sıhhati zayıf olan Kraliçe Anne ülkenin tahtında otururken, sırdaşı, danışmanı ve bâtın sevgilisi olan Marlborough Düşesi Sarah Churchill de bir yandan kraliçenin bozulan sıhhati ve değişken mizacıyla ilgilenmekte, öbür yandan da onun yerine ülkeyi yönetmektedir. Yeni gelen hizmetçi Abigail, etkileyiciliği ile kendisini Leydi Sarah'a sevdirir. Sarah, Abigail'i kanatlarının altına aldığında, Abigail de aristokratik köklerine dönme talihi bulur. Savaşın siyaseti, Sarah için hayli vakit alıcı hale geldiğinde, Abigail kraliçenin arkadaşı olma misyonunu üstlenir. Onların övgüye kıymet dostlukları, Abigail'e emellerini gerçekleştirme talihi verir. Abigail artık hiçbir bayan, erkek ya da politik atılımın yoluna çıkmasına müsaade vermeyecektir…

Skin, ırkçı fikirlere sahip olan bir adamın, vakitle niyetlerinden vazgeçerek kendisine yeni bir hayat kurmasını husus ediyor. Bryon Widner, FBI’ın aranan listesinin doruğunda yer alan adamlardan biridir. Şiddetli bir çocukluk geçirmesinin akabinde çeteye bulaşan Bryon, ırkçı kanılara sahip bir insandır ve yüzünün tamamını kaplayan dövmeleri ile tanınır. Beyaz ırkın üstünlüğüne inanan Bryon, yavaş yavaş yıllardır savunduğu niyetlerinden sıyrılmaya başlar. Sevdiği bayanın yardımı ile kirli geçmişini arkasında bırakarak tövbe eden Bryon, yeni bir hayata merhaba der. Nefrete ve şiddete sırtını dönen Bryon, sevdiği bayan ile evlenip üç çocuk babası olur. Babalık sorumluluğu ile geçmişini akabinde bırakan Bryon, değişik bir adama dönüşür. Lakin bu süreçte eski çetesinin vefat tehditlerine maruz kalır. Bryon ne kadar değişse de, suça bulaştığı periyotta yüzüne yaptırdığı dövmeler, onun toplum tarafından dışlanmasına neden olur. Genç adam, yeni bir hayata sahip olmak için, bedenini kaplayan dövmelerden kurtulmaya karar verir.

19 yaşındaki Tish ve 22 yaşındaki Fonny birbirlerine çok aşık olan genç bir çifttir. Bu tutkulu aşk ikiliyi güçlü ailelerinden ve dış dünyanın acımasız yüzünden korumaktadır. İkili nişanlanır ve kısa müddet sonra Tish gebe kalır. Çiftin önünde ailelerini planlamak ve huzurlu yıllar geçirmek için hoş bir fırsat vardır. Fakat günün birinde dünyaları tepetaklak olur. Fonny haksız yere Porto Rikolu bayan olan Victoria Rogers'a tecavüz etmekle suçlanmıştır. Artık Tish, ailesi ve avukatı, Tish'in karnındaki bebek doğmadan evvel Fonny'i özgür bıraktıracak delili bulmak için vakte karşı yarışmak zorundadır.

Hamileliğinin birinci aylarındaki Hunter, tehlikeli objeleri yutma isteğinin gittikçe yükseldiğini ve buna karşı koyamadığını fark eder. Hunter bir yandan eşi ve ailesinin gittikçe artan kontrol ve baskılarını göğüslemeye çalışırken bir yandan da onların takviyesiyle takıntısının arkasındaki karanlık sırrı açığa çıkarmaya gayretler. Bilhassa Hunter’ı canlandıran Haley Bennett’in performansıyla öne çıkan Saplantı, çağdaş dünyanın baskılarına ve vücut fetişizmine feminist bir bakış açısı ve tansiyon ögeleriyle yaklaşıyor.

Yeşil Rehber, ünlü bir piyanist ve konser çeşidi kapsamında onun sürücüsü olarak çalışan Tony’nin kıssasını anlatıyor. Tony Lip, Bronx’taki bir İtalyan Amerikan mahallesinde yaşamaktadır. Ünlü Afro-Amerikalı piyanist Dr. Don Shirley ise konser tipi için hazırlanmaktadır. Ünlü müzisyen tıp kapsamında Manhattan’dan güneye hakikat birçok yere gidecektir. Kendisi ile kent şehir gezecek bir sürücü arayışında olan Shirley, bir müddettir işsiz olan Tony’yi işe alır. Tony, seyahat sırasında Afro-Amerikalılar için inançlı olan güzergahları kullanabilmek için “The Green Book” isimli kılavuzdan yardım alır. Dr Shirley ve Tony çıktıkları bu seyahatte ırkçılıkla, tehlikeyle ve beklenmedik nezaketle karşılaşır. İkili bu güçlü seyahatlerinde farklılıklarını bir kenara bırakmak zorundadır.